1 Mart 2009 Pazar

Autumn en Normandie

Normandiya benim için hep özel oldu. Fransa'daki öğrencilik yıllarımın ilk durağıydı Caen Üniversitesi. Sonbaharı aslında ilk kez burada sevmeye başladım, o zamana dek sonbahar benim için anlamsız bir mevsim olmuştu. Yıllar sonra yine bir sonbaharda uluslararası bir toplantı için gittiğim Deauville'de geçirdiğim bir kaç günden sonra eski günlerin anısına kendime Normandiya'da ufak bir haftasonu tatili hediye ettim.

Güneşli bir pazar sabahı Caen'ın yat limanı yakınlarındaki otelimden çıktım; önce muhteşem lezzetlerin yer aldığı pazarda ufak bir tur attım.
Yürüyerek tren istasyonuna gittim ve bulduğum ilk trene atladım. Coutances'a kadar gittim. Burada kısa bir yürüyüşten sonra Mont St. Michel trenine atladım. Coutances'ta sonbaharın renkleri arasında kayboldum bir anlamda. İçimi öylesine çocuksu bir sevinç sardı ki, anlatamam. Doğa beni hep şaşırtır. Aynı şeyleri binlerce kez görmüş olsam da her seferinde ilk kez görmüş bir çocuk coşkusu oluşur içimde.

Eski bir Galya kenti olan Coutances, bir çok savaş görmüş ve bu nedenle de bir çok kez yıkılmış, yeniden inşa edilmiş. Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında Normandiya, Almanlar tarafından yoğun olarak bombalanmış.

Ufak ve sevimli bir kent olan Coutances'da kısa bir yürüyüş yapmanızı, minik bir Creperie'de galette (tuzlu krep) ve krep yemenizi tavsiye ederim.

Coutances Katedrali'ni kentin her yanından görmek mümkün. 13. yüzyılda inşa edilmiş bu katedral, Gotik Normandiya mimarisinin mükemmel bir örneği. Bu arada ufak bir not: Katedral ziyarete her zaman açık değil.

Coutances'in en önemli kültür etkinliklairnden biri de her yıl mayıs ayında düzenlenen "Elma Ağaçları Altında" Caz Festivali.

http://www.jazzsouslespommiers.com/

Coutances - Pontorson Mont. St Michel arasında yaptığım tren yolculuğu da oldukça keyifliydi. Normandiya'nın doğasını seyretmekten kendimi alamadım. Pontorson'da trenden indikten sonra Mont St Michel'e giden otobüse bindim, bu otobüs yolculuğu sadece 10 dakika sürüyor. Gece yarısına dek süren bu seferler sayesinde ulaşım sorunu hiç yok. Fransa'da - tüm Avrupa kentelerinde olduğu gibi - tren veya TGV (hızlı tren) en etkin ulaşım aracı. Mont St. Michel'e gelmek için banim yolum dışında başka bir yol daha var.
Rennes'e TGV ile gelmek, oradan da Pontorson'a yine trenle ulaşmak.


Mont St. Michel ile buluşmam her halde günün en keyifli anıydı. İşte karşımda sanki bir masal diyari gibi duruyordu. Tarihi 7. yüzyıla kadar uzanan ancak üzerindeki manastırın yapımı 11. yüzyılda tasarlanmış. St Michel Dağı, kayalıklardan oluşan ufak bir kara çıkıntısı. Ancak gelgitler nedeniyle de adaya dönüşüyor. Gelgitler öylesine farklı ki bu bölgede bir anda siz anlayamadan sular her bir yandan girdaplar halinde yükseliyor. O nedenle de burada her şey gelgitlere göre ayarlanmış.

Bir çok dehlizlerden, odacıklardan oluşan manastırı gezmek neredeyse insanının tüm gününün alıyor. Tam bir ortaçağ efsanesinin göbeğine düştüğünü hissediyor insan ve o kasvetten kendisini ancak dışarıdaki muhteşem manzarayı seyrederek kurtarabiliyor.

Eğer yolunuz bu tarafa düşerse, muhakkak Chez Mere Poulard'da farklı omletlerin tadına bakın. Fiyatlar biraz tuzluca ama bu deneyimi yaşamaya değer. Tabii yemeğinize bu bölgenin özelliklerinden biri olan cidre (elma şarabı) de eşlik etmeli!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder